Bazı vakalarda gerçekten de sonuç alınabildiği iddia edilmişti. Örneğin bir vakada, adamın kendi eşini öldürdüğü, eşinin retinasındaki baltalı görüntüsünden anlaşıldığı kayıtlara geçti. Hatta Karındeşen Jack dosyasında bile optografiye başvurmayı düşünmüşlerdi.
Hazırsanız optografinin nasıl ortaya çıktığına, hangi vakaları çözmeye yardımcı olduğuna ve günümüzde ne durumda olduğuna birlikte bakalım.
Optografi nasıl ortaya çıktı?
Bilim insanları uzun zamandır; gözün, ölmeden önce son gördüğü görüntüyü yakalamanın mümkün olup olmadığını merak ediyordu. Bu fikir ilk olarak, 17. yüzyılda, incelemekte olduğu bir kurbağanın retinasında soluk bir görüntü gördüğünü iddia eden Christopher Schiener tarafından ortaya atıldı. Ancak fotoğrafın 1840’lardaki icadına kadar optografi, bilimsel bir uğraş değildi.
Bilim insanları, retinanın bir kamera gibi işlev görebilmesi için üzerinde görüntüleri kaplayan, gümüş nitrat filme benzer şekilde, bazı ışığa duyarlı kimyasallar içermesi gerektiğini düşündüler. 1876’da Franz Christian Boll adlı bir Alman fizyolog, retinanın çomak hücrelerinde bulunan ve tıpkı bir kamera nitratı gibi davranan, ışığa duyarlı bir protein olan rodopsini keşfetti. Işığa maruz kaldığında ağarıyordu.
Fizyolog Boll, henüz otuz yaşındayken tüberkülozdan hayatını kaybetti.
Boll öldüğünde, optografi çalışmalarını henüz tam olarak ilerletememişti. Bu talihsiz ölümden sonra, Boll’un takipçilerinden başka bir Alman fizyolog Wilhelm Kühne, idolünün çalışmalarını geliştirmek istedi.
Birçok hayvan üzerinde deney yapan Kühne, hayvanlar öldükten sonra onların gözlerini çıkarıyordu ve görüntünün retinaya sabitlenmesi için çeşitli kimyasallara maruz bırakıyordu. Şap bileşiğinin, en iyi sonucu verdiğini öne sürdü.
Deneylerden birinde, albino bir tavşan, gökyüzündeki bulutları görebilecek şekilde sabitlenmişti. 3 dakika boyunca ışığa maruz bırakılan zavallı tavşanın daha sonra başı kesilerek öldürüldü ve gözleri çıkarıldı.
Göz küresinin retinayı içeren arka yarısı, sabitleme için bir şap çözeltisine yerleştirildi. Ertesi gün, retinanın üzerinde bir pencere resmi görünüyordu.
Kühne, bu tekniği bir insan üzerinde gösterme konusunda kararlıydı.
16 Kasım 1880’de, Erhard Gustav Reif adlı bir katil, giyotinle idam edildi. Adamın gözleri, ölümünden on dakika sonra çıkarıldı ve Kühne’nin laboratuvarına gönderildi.
Reif’in gözlerinden elde edilen optogramlar, günümüze ulaşamadı ancak Kühne’nin 1881’de yayımlanan Retina Anatomisi ve Fizyolojisi Gözlemleri‘nde bir taslağı bulunuyor. Kühn, taslakta yer alan görüntünün, giyotin bıçağı veya darağacına giden basamaklar olabileceğini söylüyor.
Şüpheli bir “bilim” olmasına rağmen Kühne’nin deneyleri hızla yayıldı. Birleşik Krallık ve ABD’deki kolluk kuvvetleri, cezai soruşturmalarda optografiyi uygulamaya çalıştı. Bilimsel olarak güvenilir olmasa da adli optogramların ünlü ceza davalarında kullanılmasını ve gerçek duruşma kayıtlarında görünmesini engellemedi.
Optogramın adli davalarda kullanılmasına ilişkin araştırmalar devam etti.
Fransız Adli Tıp Derneği, Dr. Maxime Vernois’ten, optografların cinayet davalarında delil olarak kabul edilmesinin ihtimalini incelemek için bir çalışma yürütmesini istedi. Doktor, en az on yedi hayvanı öldürdü ve gözlerini parçaladı ama nafileydi.
Şunları yazmıştı: “Bir kurbanın retinasında katilinin portresini ya da ölüm anında karşısına çıkan herhangi bir nesnenin ya da fiziksel özelliğin temsilini bulmak imkânsızdır.”
Optografinin kullanılması için ısrarlar burada son bulmadı elbette.
Laura Shearman ve Cynthia Davis’in çifte cinayeti, 1912’deki Villisca baltalı cinayetleri ve 1914’teki Tracy Hollander cinayeti gibi vakalarda da optografi çok ciddiye alınmıştı. Hatta Karındeşen Jack cinayetlerini araştıran dedektifler, tekniğin Karındeşen’in kurbanları üzerinde denenmesini istemişti.
1924 yılında, Almanya’da meydana gelen çarpıcı bir dizi cinayet olayı yaşanmıştı.
Fritz Heinrich Angerstein, ailesi ve evdeki çalışanları dahil olmak üzere bir dizi cinayet işlemişti. Katliam sona erdiğinde, Angerstein’ın kurbanları arasında görümcesi, muhasebecisi, kâtibi, bahçıvanı ve asistanı da dahil olmak üzere sekiz kişi hayatını kaybetmişti.
Angerstein başlangıçta, evdeki herkesi öldüren ve onu ölüme terk eden haydutların saldırısına uğradığını iddia etti. Ancak soruşturma ilerledikçe Angerstein’ın anlatımına ilişkin şüpheler ortaya çıkmaya başladı. Açıklamalarında da birçok çelişki vardı.
Zanlı adam tutuklandı ve cinayetle suçlandı ancak reddetmeye devam etti. Ta ki polis memurlarından biri ikna edici bir kanıtla gelene kadar. Bir profesör, kurbanlardan ikisinin retinasının fotoğrafını çekmeyi başarmıştı. Bu fotoğrafta, Angerstein’ın kollarını kaldırmış, elinde bir balta tutarken çekilmiş görüntüleri olduğu öne sürüldü. Vaka, bir optogramın elde ettiği en iyi örnek olarak kayıtlara geçti fakat bir kesinlik değeri taşımıyordu.
Optografi fikri, katiller arasında da yaygınlaşmıştı.
Optografiyi duyan bazı katiller, kurbanlarının gözlerini yok etmek için büyük çaba harcamışlardı. Örneğin 1927’de silahsız polis memuru George Gutteridge, her iki gözünden acımasızca vurularak öldürülmüştü. Başka bir vakada ise Alsas’ta bir kadın, kayınvalidesini öldürmüştü ve ardından kanıtları yok etmek amacıyla gözlerini oymuştu.
20. yüzyılın başlarında araştırmacılar, optografinin yararlı bir adli tıp tekniğine dönüştürülebileceğine dair umutlarını tamamen yitirdiler.
Kühn gibi fizyologların çalışmaları, tavşanların gözlerinden birçok yüksek kontrastlı görüntü oluşturmayı başarmış ve adli tıp araştırmalarında potansiyel bir araç olarak optografiye olan kamu ilgisini artırmış olsa da bu yöntemin, adli amaçlar için asla yeterli olmayacağını anladılar.
Optografi; edebiyatta, sanatta ve medyada sık sık karşımıza çıkıyor.
Popüler bilim kurgu yazarı Jules Verne, 1902 tarihli “Les Frères Kip” romanında optografi biliminin adli potansiyele sahip olabileceği fikrini öne sürmüştü. 1936 yapımlı “Invisible Ray” filmi de bir kurbanın ölü gözlerini fotoğraflamak için ultraviyole kamera kullandığı bir sahneyi konu alınmıştı.
Aynı zamanda 1971 İtalyan filmi “Four Flies on Gray Velvet”te ve 1975 “Doctor Who” bölümlerinden birinde optografi yine olay örgüsüne dahil edilmişti.